Sosyal Medya :

+90 (0212) 231 00 48

Top
 
Amazing Tour

Doğunun Kraliçesi Antakya

Viamaris farkıyla kaynaklarda Doğunun Kraliçesi olarak bilinen Antakya’ya gidiyoruz. Adana havaalanında buluştuktan sonra İskender ile Darius’un arasında geçen savaşın olduğu İssos Antik Kentini ziyaret ediyoruz. İskenderun üzerinden, Belen Geçidi’ne çıktıktan sonra, Soğuk Oluk, Amik Ovası ve Amanos Dağları’nın doyumsuz manzarası eşliğinde Antakya’ya varıyoruz.

1 Gece / 2 Gün
18+ Yaş
  • Destinasyon
  • Hareket
    İstanbul / Hatay
  • Hareket Saati
    5 Ekim 2019 İstanbul Sabiha Gökçen havalimanından SAW-ADA 08:30/09:55 TK 7260
  • Dönüş zamanı
    6 Ekim 2019 Adana havalimanından ADA-IST 23.55/01.40 TK 2471 (Yeni İstanbul Havalimanı)
  • Turun Adı
    Doğunun Kraliçesi Antakya
1
1. Gün
( S.Pierre Kilisesi, Antakya Müzesi, Alalakh, Harbiye Şelalesi) Çan, Ezan, Hazzan sesleri ile, Hristiyan, Müslüman ve Musevi kültürleriyle yoğrulmuş, farklı inanışlarda yaşam alanları ile, son zamanlarda diziler ile ünlenen Antakya’da, ilk gezi noktamız olan, Hatay Arkeoloji Müzesi’ne gidiyoruz. Üçağız Mağarası, Tell Kurdu, Tel Tayinat ve Tel Aççana Höyüklerinin küçük örnekleri de yer aldığı müze gezimiz sonrasında, Antakya’nın dar sokaklarında rehberimiz eşliğinde yürüyüşe çıkıyoruz. Anadolu’da yapılan ilk camii olarak bilinen Habib-i Neccar Camii, birbirleriyle neredeyse sırt sırta olan Katolik Kilisesi, Ortodoks Kilisesi, Protestan Kilisesi, Sinagog (panoramik) gezileri sonrasında, Antakya’nın bambaşka bir yüzü olan mitolojik dönemlerde Daphne ile Apollo’nun hikâyesine konu olan, günümüze sayfiye yeri olarak kullanılan, Harbiye’ye hareket ediyoruz
2
2. Gün
( Samandağı, Titus, Musa köyü, Hızır Türbesi) Gezimizin ikinci gününde Helenistik dönemde Antakya'nın Akdeniz'e açılan bir liman kenti olan Seleucia Pieria Antik Kenti’nin kalıntılarını, insan yapımı bir mühendislik harikası olan 1330 metre uzunluğundaki Titus-Vespasianus Tünelini, Beşikli Mağara’yı, Musa peygamber ile Hızır 'ın buluştuğu nokta ve Hızır Türbesini gezdikten sonra dönüş için yola çıkıyoruz.

Comments:

BİR DEĞERLENDİRME YAZIN

Destinasyonlar
Konaklama
Müze Girişleri
Tur Ücreti
Ulaşım
Yemek

Tur Detayları

FİYATA DAHİL OLAN HİZMETLER

  • Antakya Anemon 4* Otel’de 1 gece konaklama
  • Otelde alınacak 1 kahvaltı+1 akşam yemeği
  • Müze karta dahil olmayan ören yeri girişleri
  • Araç ve rehberlik hizmetleri
  • Zorunlu seyahat sigortası

FİYATA DAHİL OLMAYANLAR

  • Şahsi harcamalar
  • Alkollü ve alkolsüz içecekler
  • Yanınızda müze kart bulundurmanızı rica ederiz

FİYATLAR

Ücret : İki kişilik  odada kişi başı 1.000 TL Single oda : 1.200 TL
Kayıt işlemleri için mail, iletişim formu ya da canlı sohbet ekranından iletişime geçebilirsiniz. Murathan Sağınç : murat@viamaris.com.tr   Mobil : +90 539 361 7851 Neslişah Cevahir : ness@viamaris.com.tr

Antakya'nın Tarihçesi

Hatay, Türkiye’nin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Araştırmacılar, eldeki bilgilere göre yörenin iskân tarihinin M.Ö. yüzbinli yıllara rastlayan orta paleolitik döneme kadar uzandığını ifade etmekte,  bunun 2,5 milyon yıl öncesine kadar uzanabileceğini belirtmektedirler.  1954-1966 yılları arasında Altınözü, Şenköy, Antakya ve Çevlik’te yapılan araştırmalarda elde edilen ve M.Ö. 100000-40000 yılları arasında tarihlenen bulgular orta paleolitik dönem özellikleri taşımaktadır. Yine Yayladağı-Kışlak civarında ve Çevlik-Kanal mağarasında, M.Ö. 40000-11000 yılları arasında tarihlenen üst paleolitik döneme ait araçlar ve insan kalıntılarında Homo Sapiens Çevlikensis’ten kalma kemikler bulunmuştur. Bu mağaralarda insan yaşayışının Milattan sonraki yıllara kadar sürdüğü tahmin edilmektedir.
Bölgede Cüdeyde, Hamam Vadisi, Çatalhöyük, Atçana, Tainat gibi höyüklerde değişik zamanlarda yapılan kazı ve araştırmalarda elde edilen buluntulardan (çanak-çömlek, kadın figürleri, ağırşak, boncuk, süs eşyaları, dörtgenplanlı büyük kerpiç ev duvarları -taş temel üzerinde kerpiç duvar-, maden gereçler, orak, bıçaklar, taş mühürler, iğneler, deliciler, baltalar, mızrak uçlar ve Kırıkhan sınırları içinde bulunan dolmenler...gibi) Hatay yöresinin neolitik, kalkolitik dönemlerde ve Tunç Çağında yaygın ve hareketli bir yerleşim yeri olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra yapılan araştırmalar ise, bu çağlar boyunca  Amik Gölü´nün bazen daha geniş alanlara yayıldığını, bazan da kuruyup göl sahasının uzun yıllar ova halinde  kaldığını, Asi nehrinin zaman zaman yatak değiştirdiğini  göstermiştir.
Amik Ovası yerleşimlerinde görülen saray mimarisi kalıntıları, Tunç Çağının siyasi yapı ve yaşayışı ile ilgili bazı bilgiler yanında, bu yerleşimlerin beylikler biçiminde örgütlendiğini de ortaya koymuştur.
İlk Tunç Çağı sonunda Amik Ovası´ndaki beylikler Mezopotomya’dan gelen Akadların egemenliği altına girmiş, fakat bu egemenlik kısa sürmüştür. Bundan sonraki dönemde kuzeyden gelen kavimlerinde etkisiyle başlayan kargaşa dönemi M.Ö. 1800 yıllarına kadar devam etmiştir. M.Ö. 1800-1600 yılları arasında yöre, merkezi Halpa (Halep) olan Yamhad Krallığı’na bağlı bir beyliğin toprakları içinde yer almıştır. Başkenti Alalah (Atçana) olan bu beylik iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Yamhad Krallığı’na bağlıydı. Bir ara Yamhad Krallığı’nın merkezi Atçana’ya taşınmış ve Kral Hammurabi burada M.Ö. 1780-1750 dönemine tarihlenen ve kalıntıları bu günde görülen surlarla çevrili bir saray yaptırmıştır. Hammuribi’nin yerini Babil Kralı Hammurabi’yle çağdaş olan ve hakimiyeti M.Ö. 1686 yılına kadar Yarim-Lim almıştır.
Yarim-Lim döneminde  Orta Anadolu’da ortaya çıkan Hitit krallığı, güçlenip birliği sağladıktan sonra güneye yönelmiş, Amik ovası üzerinden Yamhad krallığının üzerine yürümüştür. M.Ö. 1620 yılında Hitit Kralı Hattuşil ölünce sefer sonuçlanmadı. Onun yerini alan oğlu Murşil, Yamhad Krallığı üzerine yeniden sefer düzenledi, Atçana ve çevresindeki yerleşim yerleri ile Halpa şehrini ele geçirdi, şehri yakıp yıktı. Daha sonra seferine devam ederek Babil’i ele geçirdi, çok sayıda esirle  Hattuşaş’a döndü. Antakya ve çevresi Murşil’in ölümüne kadar Hitit egemenliği altında kaldı. Onun ölümünden sonra yöredeki prenslikler Hitit egemenliğine baş kaldırdılar. Prens İlim-İlimma’nın başında bulunduğu Atçana Beyliği ile bütün Suriye şehirleri M.Ö. 1490’larda Mısır egemenliğini kabul ederek Firavun Tutmasis III’e bağlandılar.
M.Ö. 15. yüzyıl ortalarında Yamhad Krallığı Hitit egemenliği altına girdi. II. Hattuşil döneminde Yamhad Krallığı ve diğer yöre devletleri bir süre bağımsız kalabildilerse de, I. Şuppiluliuma bu yöreleri tekrar zaptetti. Daha sonra Şuppiluliuma ikinci bir sefer daha düzenleyerek bölgeleki Hitit egemenliğini kesinleştirdi ve bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etti. 13. yüyılda Kral Tukulti-Ninurta zamanında Asurlular Güneydoğu Anadolu’yu zaptetti. M.Ö. 1200’lü yıllarda Hitit devleti zayıflayınca Güney Anadolu’da Fırat kıyıları ile Konya arasındaki bölgede çok sayıda devletçik ortaya çıktı. Etnik kökenleri, dilleri ve gelenekleri farklı olan bu devletçikler uzun süre siyasi bir birlik kuramadılar. Sadece Amik Ovası ve çevresinde birleşme sağlanabildi ve merkezi Kanula (Kırıkhan yakınlarındaki Çatalhöyük) olan Hattena Krallığı kuruldu.
M.Ö. 9. yüzyılda Kral Asur-Nasir-Apli yönetimindeki Asurlular, Kral Lubarna yönetimindeki Hattena ülkesine girip, Kanula’ya kadar geldiler. Daha sonra Kral II. Salmanassar döneminde Hattena ülkesi bütünüyle Asur denetimi altına girdi. Asurluların zayıflayıp prensliklere bölünmesinden sonra geçici bir birlik oluşturmuş olan Hitit prenslikleri bir süre barış ve özgürlük içerisinde yaşadılar.  Ancak kısa bir süre sonra bu defa Van yöresinde yaşayan Urartuların egemenliği altına girdiler. M.Ö. 721-705 arasında hüküm süren Asur Kralı II. Sargos döneminde ise bu prenslikler birer Asur Vilayeti haline dönüştürüldü. Prensliklerin Batı Anadolu’daki Friglerden yardım istemesi üzerine Asurlular baskıyı arttırdı, halkın büyük kısmı Asur ülkesine nakledildi. Bir süre sonra Hitit prenslikleri eridi, birer birer ortadan kalktı.
M.Ö. 680’li yıllarda Karadeniz’in doğusunda ve Kafkasların kuzeyindeki Kimmerleri kovalayıp Kafkas geçitlerini aşan Sakaların, Türkmen / Oğuzların ataları ve Saka başbuğu Partatuca’nın torunu Madova’nın da destan kahramanı Afrasyab, ya da diğer adıyla Oğuz Han olduğu kabul edilir. Bir Türk kavmi olan Saka’lar Çin’den Karpatlara, Filistin’den Urallara kadar olan bölgenin hakimi ve Oğuz Han, bir cihangir hükümdar idi. Oğuz Han M.Ö. 654 yılında Filistin yöresine geldi. 10 yıl kadar sonra da Türklerin “Batak Şehir” adını verdikleri 306 kapılı Antakya şehrini bir yıllık bir kuşatmadan sonra zaptetti. Şehre oğulları, kadınları, çocuklar ve 90 000 askeriyle giren Oğuz Han, altın bir taht üzerinde oturdu. Burada 18 yıl kaldıktan sonra 626 yılında ayrıldı.
M.Ö. 6. yüzyıl ortalarında İran’da kurulan ve kısa sürede egemenlik alanını genişleten Pers İmparatorluğu orduları Ortadoğu’nun Babil ve Asur  baskısından yılmış halkları tarafından kurtarıcı gibi karşılandı. Bu dönemde yörede uzun süre huzursuzluk ve ayaklanma görülmedi. I. Dareios zamanında Pers krallığı 23 satraplık ve 127 vilayete ayrılmıştı. Bu dönemde Antakya ve çevresi, merkezi Tars (Tarsus) kenti olan Kilikya satraplığı sınırları içinde bulunuyor, Pers imparatorluğuna vergi ödüyordu.
M.Ö. 334-333 yıllarında Anadolu’yu baştan başa aşıp, Gülek Boğazı´ndan Çukurova’ya geçen Büyük İskender Akdeniz’in kuzeydoğu ucunda, bir sahil kasabası olan Myriandros’ta  (bugünkü İskenderun) kamp kurdu. Bu sırada bölgede bulunan Pers İmparatoru III. Dareios da Amanos dağlarını aşıp bu günkü Dörtyol’un bulunduğu ovaya indi, Pinaros çayı (Deliçay) kıyısında savaş düzeni aldı. Bunun üzerine İskender Dörtyol ovasına geri döndü. İki ordu, körfezin ucunda bulunan İssos’ta 333 yılı sonlarında savaşa tutuştu ve İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Daha sonra zafer anısına Myriandros’ın adını “Alexandria” olarak değiştiren İskender Amanos dağlarını aşarak Amik ovasından geçip yoluna devam etti.İskenderun, Antakya ve Seleukeia Pieria’nın Kuruluşu
İskender’in M.Ö. 323 yılında ölmesi üzerinde komutanları arasında nüfuz mücadelesi ortaya çıktı. Nihayet M.Ö. 312 yılında I. Antigonos’u yenen Seleukos, Asur ülkesi ile İran’daki satrapları kendisine bağladı. Dicle kıyısındaki Seleukeia kentini merkez yaptı. Antigonos, M.Ö. 307 yılında bugünkü Antakya’nın biraz kuzeyinde Akdeniz sahilinden doğuya, içerilere giden yol üzerinde Asi nehri kenarında bir şehir kurdu ve bu şehre “Antigonia” adını verdi. Ancak 301 yılında I. Seleukos Nikator’la yaptığı savaşta öldü. I. Seleukos Nikator M.Ö. 23 Nisan 300 tarihinde Akdeniz kıyısında Seleukia (bugünkü Samandağ-Çevlik) kentini kurdu ve o güne kadar ve başkenti Dicle kenarında bulunan başkenti buraya taşıdı. Seleukeia’da şehir surları içinde bir de liman inşa edildi. Daha sonra I. Seleukos Antigonia’yı yıktırıp, daha güneyde, dağ eteğinde (yani Antakya’nın bugünkü yerinde) yeni bir şehir yapılmasını emretti. Şehrin temeli M.Ö. 22 Mayıs 300 tarihinde atıldı ve inşası tamamlanınca devlet merkezi buraya nakledildi. Seleukos şehre babasının (ya da oğlunun) adına izafeten “Antiokheia” adını verdi (Bu isim zamanla “Antakya” şeklini almıştır.)
Başkent Antakya hızla gelişip o günün dünyasında önemli bir merkez olarak ün kazandı. I. Seleukos döneminde su kanalları yapılarak Defne (Harbiye) çağlayanlarından Antakya’ya su getirildi. Şehirde su deposu ve dağıtım şebekesi yapıldı. Bu çalışmalar sonraki krallar zamanında da devam etti. Şehir, M.Ö. 246-244 yılları arasında Mısırlıların işgaline uğradı.
Antakya, aynı zamanda bir olimpiyatlar şehriydi. Bilindiği kadarıyla Antakya’da, ilki M.Ö. 195 yılında olmak üzere M.S. 6. yüzyıla kadar  muhteşem olimpiyatlar düzenlenmiştir.  Önce “festival” ya da “şenlik”  adıyla başlayan olimpiyatlar, ilk defa Claudius zamanında olimpiyat adıyla kurumlaştı.
M.Ö. 83 yılından 69 yılına kadar Suriye ile birlikte Ermeni Kralı Tigranes’in  hakimiyeti altında, 69-64 yılları arasında yine Seleukos idaresi altında yaşayan Antakya, M.Ö. 64 yılında Antakya Roma İmparatorluğu´na katıldı ve İmparatorluğun Suriye eyaletinin başkenti oldu. M.Ö.47 yılında Sezar şehri ziyaret etti ve büyük yapıların yapılmasını sağladı. Roma Valisi Cassius, M.Ö. 40-30 döneminde  Partların kuşatmasına yine Antakya’da direndi.
M.S. 1. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hristiyanlık, Kudüs dışında ,  30’lu yılların oartalarında ilk defa Antakya’da yayıldı, Hz. İsa’ya inananlara ilk defa burada “Hristiyan” adı verildi ve Hristiyanlığın ilk kilisesi Antakya’da kuruldu.
M.S. 1. yüzyılda Antakya nüfus bakımından Roma İmparatorluğu’nun, Roma ve İskenderiye’den sonra üçüncü büyük şehriydi.
Asi nehri ağzında bulunan ve eski çağlardan beri kullanılan El Mina limanı Antakya ve dolayısıyla buraya ticaret yollarıyla bağlı şehirler için çok önemliydi. 4. Yüzyıla kadar küçük gemiler nehir yoluyla Antakya’ya kadar gelebiliyorlardı. Seleukeia Pieria limanı hizmete girince deniz ticaretinin ağırlığı bu limana kaymıştı. Burası aynı zamanda Roma İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz’deki en önemli askeri üssü durumundaydı.
Antakya Asi nehri ile Silpiyus Dağı arasındaki meyilli arazide kurulmuştu. 360 burçlu yüksek, sağlam surları, tepede birde iç kalesi vardı. Önemli anayollarının kavşak noktasında ve El Mina-Seleukeia-İskenderun gibi limanlara sahip olması nedeniyle hem maddi hemde kültürel yönden zengin bir şehirdi. Şehir içinde ve çevresinde birçok sanat yapıları, anıtlar, mabetler, tiyatro, hipodrom, hamamlar, agora, geniş ve muntazam caddeler vardı. Zenginlerin, önemli kişilerin evlerinin zeminleri eşsiz sanat eserleri olan mozayiklerle süsleniyordu.
Romalıların gözde şehri ve doğu başkenti olan, zaman zaman imparatorlara ev sahipliği yapan Antakya M.S. 256 ve 260 yıllarında Sasani hükümdarı Şapur I. tarafından işgal edildi. Bunun ardından 261-272 yılları Palmira hakimiyeti altında yaşadı.  4. Yüzyıl başlarında, İmparator Konstantin zamanında bölgede  Hristiyanlık hakim inanç haline geldi. Buna karşılık, 361-363 yıllarını kapsayan İmparator Julian döneminde  şehirde  pagan inancını yeniden canlandırma yönünde sonuçsuz ve başarısız bir  bir fikir hareketi oldu. 395 veya 396 yılında ise güneye inip Suriye’yi işgal eden Hunlar Antakya önlerine kadar gelip şehri zaptettikten (ya da bazı kaynaklara göre şehri bir süre kuşattıktan) sonra bölgeden çekildiler.
395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölündü, Antakya Doğu  Roma (Bizans) sınırları içinde kaldı.
Antakya, tarih boyunca depremlerle en çok yıkılmış şehirlerden biridir. Bilinen önemli depremler M.Ö.148, 130, 83-90 arası, M.S. 35,37 ve 41-45 arası, 115, 341, 365, 396, 458, 526, 528 ve 531-534 arası, 532, 551, 557, 588, 589 yıllarında meydana gelmiştir. Bunlardan en şiddetli ve en çok can kaybına yol açanı, 29 Mayıs  526 akşamı meydana gelen depremdir. Bu depremde 250.000 kişi ölmüş ve Antakya ile birlikte Defne ve Seleukia Pieria de yerle bir olmuştur. 528 yılında meydana gelen deprem de en az önceki kadar şiddetliydi, ama can kaybı daha az oldu.
526 ve 528 depremlerinden sonra yeniden kurulan Antakya 540 yılında İranlıların işgaline uğradı. 542 yılında bir veba salgını yaşandı, 573 yılında İranlılar Antakya ve civarını yakıp yıktılar. 611-628 yılları arasında yine İran işgali altında kalan Antakya Doğu Roma için önemli ve uğradığı bunca tahribata rağmen, hala komşu devletlerin ilgisini çeken bir şehirdir. Nitekim 638 yılında Suriye’de fetihler yapan Ebu Ubeyde İbn-ül Cerrah komutasındaki İslam ordusu Antakya’ya yöneldi ve şehir kuşatıldı. Şehir anlaşma ile teslim alındı. Halkın bir kısmına eman verildi, bir kısmı şehirden uzaklaştırıldı. Fakat asker ayrıldıktan sonra halk anlaşmayı bozunca Ebu Ubeyde yeniden kuvvet gönderdi, şehir eski barış şartlarıyla yeniden teslim alındı. Burada “murabıt” adı verilen bir daimi sınır muhafızlığı teşkilatı kuruldu. Buradan Bizans ülkesine akınlar yapıldı.
705-715 yılları arasında yörede birçok kaleler yapıldı. 661-750 yılları arasında (Emeviler dönemi) Antakya Halep’e bağlıydı.
Antakya Abbasiler döneminde sakin bir devir yaşadı, hatta halife Harun Reşid Antakya’yı ziyaret etti. 843-849 yılları arasında İbn Ebu Davud harap durumdaki İskenderun kalesini tamir ve kısmen yaptırdı. 846 veya 847 yılında meydana gelen depremde Antakya ve Musul’da 20.000 kişi öldü. 868 depreminde ise Antakya’da bütün evler yıkıldı, kale burçları harap oldu.
877’de Tolunoğullarının, daha sonra Ihşitlerin egemenliği altına giren Antakya, 944 yılında Hamdanoğullarının Halep koluna bağlandı. 968 yılında Bizans ordusunun kuşattığı şehir 969 yılında teslim oldu. Böylece 631 yıl süren İslam dönemi sona ermiş oldu. Mart 1054’de Antakya’da meydana gelen depremde 10.000 kişi öldü.
Abbasiler döneminde bölgede önemli bir Türk nüfus birikimi gerçekleşmiş, Doğudaki Selçuklu varlığı da Türklerin yörede yayılmasında büyük etken olmuştu. Bu dönemde Batı Anadolu’da birçok fetihler yapan Kutalmışoğlu Süleyman Şah 1074 yılında Anadolu’dan güneye doğru bir akın düzenledi ve bu akın sırasında  Antakya’yı kuşattı. Sonuçta Vali İsaaikos Kommenos’la 20 000 altın karşılığında barış yapması üzerine kuşatmayı kaldırıp Anadolu’ya döndü.
Bunu izleyen dönemde Antakya valisi olan Philaretos Brachanios halkı ve emrindeki yöneticileri kötü ve baskıcı yönetiminden usandırmıştı. Valinin kötü yönetiminden bıkan yöneticiler şehrin ileri gelenleri  onun 1084 yılında Urfa’ya gidişini fırsat bilerek Süleyman Şah’ı Antakya’ya davet ettiler. 300 atlı ile 12 günde İznik’ten Antakya’ya ulaşan Süleyman Şah 12 Aralık 1084 günü Antakya’ya girdi. Şehirde kimseye kötülük yapılmadı. Süleyman Şah  halkı bağışlayacağına dair söz verdi. Alınan bütün esirleri serbest bıraktırdı. Bu durumu gören iç kaledekiler de direnmekten vazgeçip 12 Ocak 1085’te teslim oldular. Bir süre sonra kendisinden vergi isteyen Musul Emiri Müslim’le savaşmak zorunda kalan Süleyman Şah savaşı kazandı (12 Haziran 1085) Fakat bir yıl sonra Filistin Selçuklu hükümdarı Tutuş ile Halep civarında yaptığı savaşta ordusu yenildi, kendisi öldü (Haziran 1086) Aynı yıl Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Antakya’ya geldi, Süveydiye’ye kadar gitti. Yağısıyan’ı Antakya’ya vali tayin ettikten sonra bölgeden ayrıldı (1087).